29 Nisan 2010

The Special One


Barcelona-Inter / 50


Bu Rövanş herhangi bir şampiyonlar ligi yarı final rövanşı değildi. Bu maç İnter’in maçı da değildi. Bu maç Katalunya tarihinin en büyük intikamına giden zafer maçıydı. Barcelona, Futbolu düşünmüyordu. Barcelona intikamı düşünüyordu, ihtilalı düşünüyordu.
Maçtan önce en güzel açıklamayı özel insan Jose Mourinho yapmıştı, “ İnter için kupa bir rüya, ancak Barcelona için ise bir saplantı. Rüyalar, saplantılardan daha masumdur!”
Evet, aklına hükmeden takım İnter, saplantılarının kurbanı olan Barcelona’ya unutamayacağı bir ders verdi.
Barcelona, Puyol’un eksikliğini hissetti. Barcelona’nın geriden ataklarını başlatan ve sahanın her bölgesinden sürpriz çıkışlar yapabilen bu oyuncusundan eksik çıkması Barcelona için büyük bir eksiklikti. Nitekim Pique maçın tek golünü atarak İnter savunmasını ancak ve ancak böyle taktiksel değişiklikler sonucunda aşabileceğini geçte olsa anladı.
Pep Guardiola sınıfta kalmıştır. Puyol’un yokluğunda, defanstan sürpriz çıkışlar yapabilecek birini kullanmadı. Geri dörtlüyü ön tarafta sürpriz golcü olarak kullanmazsan, Mourinho’yu alt edemezsin. Guardiola, acı bir şekilde öğrendi. Barcelona’da uzaylı! Sınıfında ki futbolculardan birisidir Puyol. Jose Mourinho, 10 kişi kalma ihtimaline karşın bile elinde taktikler oluştururken, Pep Guardiola’nın ısrarla kendi oyununu oynaması, en azından bu maç için kabul edilemez. Arsene Wenger’in, Messi karşısında düştüğü duruma, Pep Guardiola, Jose Mourinho karşısında düşmüştür.
Jose Mourinho bir kez daha futbol dünyasının en iyi teknik direktörü olduğunu gösterdi. Takımı 10 kişi iken bile maçı nasıl idare etmesi gerektiğini çok iyi biliyordu. Barcelona’nın sahasında, maçın neredeyse tamamında 10 kişi oynamak herkesin yapabileceği bir iş değildir. Beyninize yenilip, ölümüne saldırdığınız zaman bu takımı durduramazsınız. Yarattığınız her boşluğa sarkabilecek oyuncuları var. Bir şekilde cezayı keserler. İnter, sakin bir şekilde, bloklar halinde savunmasını yaptı. Tüm dünyaya savunma nasıl yapılır dersini verdi. İlk maçta da tüm dünyaya Barcelona’ya nasıl gol atılır dersi vermişlerdi. 90 dakika bunu futbolcularına uygulatabilmek, her teknik direktörünü yapabileceği bir iş değildir. Sanki Playstation kolları onun elindeymiş gibi, istediği oyuncuya hükmetti.
İnter kupayı alır veya alamaz, bunun için kesin konuşamayız ancak Jose Mourinho, çok ciddi bir gol attı Katalanlara.
Abdullah Aksoğan

Futbolda Siyaset Tavan Yapmıştır

http://www.hurriyet.com.tr/_np/8350/7698350.jpg



Türk futbolu büyük bir kaosta demiştik.  Siyaset ile futbolun iç içe olması artık temiz futbol izlememizin önüne geçiyor. Siyasiler futbol üzerinden büyük bir güç sağlıyorlar. Bu kargaşa ortamından kurtulmanın yolları ayrı bir tez konusu olur.
Ankaragücü ise artık suyunu çıkartır vaziyete getirdi. Kardeş takımlar seçmelerine, Şampiyon belirlemelerine, Cumhurbaşkanı desteklerine zaten alışmıştık. Bu sene Ankaraspor ile yakınlaşmaları ve Ankaraspor’un küme düşmesi ile başlayan süreçte siyasetin Ankaragücü’ne Melih Gökçek vasıtasıyla derin bir biçimde işlediğini görüyoruz.
Özellikle Ankaragücü kulüp asbaşkanı Sn. Atalay’ın, Fenerbahçe asbaşkanı ve başkanı hakkında kullandığı sözler, artık bardağı taşıran son damlası olmuştur bu sürecin. Fenerbahçe’yi sevmeyebilirsiniz, Aziz Yıldırım’ı veya Fenerbahçeli başka bir şâhısı sevmeyebilirsiniz bu konu hakkında yorum yapmak bize düşmez. Ancak ülkenin açılımlar içinde kavrulduğu şu dönemde Bizans ve Konstantinapol yakıştırmaları ülke futbolunu sadece daha da geriye götürür. Bundan yıllar önce İlhan Cavcav’ın PKK benzetmesi kadar vahim bir durumdur. Bırakın ülke futbolunu, ülke siyaseti için hiçbir yararı yoktur. Bu açıklamaları dönemin Osmanlısında bu şekilde fütursuzca yaparsanız başınıza gelecekler apaçık ortadadır.
İşin diğer bir boyutu, küme düşme korkusu bulunmayan, Avrupa kupalarına gitme gibi bir iddiası olmayan, Türkiye kupası derdi olmayan bu takımı, 15 gün önceden, kardeş takımı için ölesiye futbol felsefesiyle kendisini bilemesini tarif etmek çok zor.  Yıllardır mecliste yasalar çıkartılmaya çalışılırken, şike komisyonları kurulurken, Futbolun marka değeri için hamleler yapılırken, bu açıklamaları yapmak hangi vicdana sığmaktadır düşünmekteyim.
Bu gibi iddialar karşısında en büyük görev bu mercilerle beraber kamuoyunun ve kamuoyunun sesi medyanındır.
Ülke hakeminin durumu ortadayken ve böylesine kritik bir maça çıkartılacak hakem sayısı 3-4’ü geçmeyeceği ortadayken, hala birileri çıkıp “bu maça atanacak hakemler ile ilgili duyumlar alıyoruz” demenin bir mantığı yok. Yoldan bir çocuk çevirseniz bu maça atanabilecek 3 hakemi size zaten söyleyebilir. Çünkü Türkiye’de bu ciddi maçı yönetecek kapasitede sadece ve sadece 1 hakem var.  Bu tartışmanın içerisine zaten çekebileceğiniz 3 hakemden fazlası yok!
Demek ki geçen yıllar bir kulübün büyüklüğünü ispatlamıyor. İspatlasa 100 yıllık Ankaragücü böyle basit işlere girişmezdi.
En güzel açıklamayı yine Fenerbahçe yönetimi yapmış,
“Bu formaya gönül verenler, formayı ıslatan teri sevecek ve ona ter dökenlere daima saygı duyacaktır. Büyüklük, işte böyle bir şeydir!”
Türkiye, temiz futbol, kaliteli futbol izlemek istiyorsa gerekli hamleyi artık yapmalıdır.
Abdullah Aksoğan

26 Nisan 2010

Fikstür Sorunsalı



http://soccercenter.net/U/Images/2862-tff-logo.jpg
Türkiye Futbolunda yıllardır bitmeyen tartışmalardan birisidir fikstür sorunu. Bu senede Türkiye kupası finalinin nerede oynanacağından tutun, iddiası olan takımların aynı saatte oynamamasına kadar türlü türlü polemikler yaşandı.
Teknolojik olarak imkanlarınızın olduğu günümüz dünyasında, önümüzde ki her yılın planlamasını yapan bir kuruluşun organize ettiği bir ortamda Türkiye Futbol Federasyonu neden yıllık fikstür planlaması yapmaz?
Avrupa kupalarına gidecek takımlar belli!
UEFA’nın maç fikstürleri belli!
FİFA’nın maç fikstürleri belli!
Hiçbir şeyi planlamayan Federasyonun, milli takım ile ilgili her şeyi planlı, yani milli takımın hazırlık maçları ve kamplarının programı da belli!
Milli bayramlar, Dini bayramlar ve geleneksel olarak kutlanan tüm olayların tarihleri belli!
Peki, Federasyon neye dayanarak yıllık planlama yapmıyor?
Her şeye rağmen sorunlar çıkabilir. Mükemmel bir fikstür yapılamaz ancak senede 3-4 değişikliğe, özellikle herkesin kabul edebileceği geçerlilikte bir değişikliğe kimsenin hayır demeyeceği ortada.
Yapılacak güzel bir yazılım ile fikstürün, şaibe götürmeden yapılabilmesi oldukça mümkün görünüyorken, neden Türkiye Futbolunu yöneten bu insanlar Teknolojiye ayak uydurmak yerine çağdışı kalmış yöntemleri kullanarak futbolu kaosa sürüklüyor?
Türkiye kupası finalinin sene başında hangi şehirde oynanacağı bilinse bu sığ tartışmalar yerini karnaval havasını alırdı. Herkesin dilinden düşmeyen o marka değeri de yükselirdi.
Veya her takımın maç fikstürü 1. Haftadan belli olmuş olsaydı, Fenerbahçe ile Bursaspor ayrı ayrı saatlerde neden oynuyorlar gibisinden sığ tartışmalar içine girmek yerine, iki takımın kazanmak için nasıl oynaması gerektiğini, iki takımın eğlenceli yönlerini tartışmak da o çok konuştukları marka değerini yükseltirdi.
Teknolojinin yetersiz olduğu bir ülkede olsak, bu dediklerimi yapamayabileceğimizi düşünebilirdim. Zaten o zaman futbolu sadece amatör olarak oynamak zorunda kalırdık belkide! Ancak öyle bir ülkede yaşamıyoruz!
Türkiye Futbol Federasyonu bünyesinde çalışan tüm yöneticiler acaba Türkiye’nin potansiyelinin farkında değiller mi?
Yoksa kişisel çıkarlarını ülke sporundan, ülke menfaatinden daha mı ileride görüyorlar?

Abdullah Aksoğan

25 Nisan 2010

Fenerbahçe Şampiyonluğu İstiyor

Bu maçta da gördük ki Fenerbahçe inanmış. Şampiyonluğu istiyor. Şampiyon olabilmek için oynuyor. Takım kendi kapasitesini biliyor. Futbolcular kendi kapasitesini biliyor. Daum, kimin ne yapabileceğini biliyor, fazlasını istemiyor, eksiğini istemiyor, sadece şampiyon olmak istiyor. Bu akşam gösterdi ki bu takım bu sene şampiyonluğu alacaktır. Bu kadro ile seneye şampiyonlar liginde bir şey yapamazsınız ama Türkiye’de Avrupa hedefinden uzaklaşmışsanız çok iyi iş yaparsınız. Güzel futbol izletmeyebilirsiniz ancak Türk futbolunun bu kaos halinde kimse sizden iyi futbol beklemez. Fenerbahçe taraftarı da iyi futbol hayallerini önümüzde ki seneler için kuruyor zaten.
Fenerbahçe, kanat akınları yapamadı. Orta sahada Özer dışında iyi pas yapabilen yoktu. Sonuca gidemediler. Özellikle Emre bugün vasatı aşamadı. Mücadelesi yüksek ancak yaratıcı değillerdi. İleriye doğru yaratıcı pasları Özer yaptı. Zaman zaman Alex oyunu rahatlattı. Ancak bugün alkışı hak edecek oyun oynadı Defans oyuncuları. Özellikle Bekir hiçbir atağa izin vermedi. Müthiş kademe yaptı. Lugano ile çok iyi anlaştılar. Gol yedirmemesini geçtim, takımın galibiyet golünü attı Bekir. Gökhan Gönül, maçın başındaki adam kaçırmalarını saymazsak genel olarak çok iyi oynadı. Sakatlığına rağmen çok iyiydi.
Kasımpaşa’nın da hakkını yememek lazım. Onlarda çok iyi alan daralttılar. Çok sert ve temkinli oynayan bir takım buldular karşılarında. Defansta ilk müdahaleleri çok iyi yaptılar. Yılmaz Vural, takımına kazanmak için gerekli bilgileri vermiş. Ancak Fenerbahçe’nin takım halinde oyunu karşısında çoğu topçusu atağı düşünemedi. Fenerbahçe pozisyon vermiyor.
Fenerbahçe’nin önünde 3 maçı kaldı. İkisi Kadıköy’de, birisi Ankaragücü deplasmanı. Bundan sonra Fenerbahçe zor gol yer. Ancak tek gol ile maçları riske etmemesi lazım. Güiza’nın bu kritik virajda biraz daha son vuruşlarda dikkatli olması lazım. Futbolda iyi oynarken de pozisyon vermiyorken de gol yiyebilirsiniz. Bu yüzden Güiza’nın artık daha dikkatli olması lazım. Özellikle takım defansı üzerine düşeni yapıyorken, Güiza’nın da kendisine gelen bu pasları daha iyi değerlendirmesi gerekiyor.

Abdullah Aksoğan

24 Nisan 2010

Üç Dönüşüm Üzerine





Tinin üç dönüşümünü anlatacağım size: Tinin deveye, devenin aslana ve son olarak da aslanın çocuğa dönüşmesini.
Güçlü, dayanıklı, içinde derin bir saygı barındıran tinin pek çok ağır yükü vardır: ağırı ve en ağırı ister onun gücü.
Nedir, ağırı olan? Diye sorar, dayanıklı tin, sonra diz çöker bir deve gibi ve iyice yüklenmek ister.
Nedir En ağır olan, ey kahramanlar? Diye sorar, dayanıklı tin alayım sırtıma da kıvanayım gücümle.
Kibrini kırmak için alçalmak değil midir bu? Kendi bilgeliğiyle alay etmek için, kendi budalalığını açığa vurmak değil midir bu?
Yoksa bu mu: zaferini kutladığı sırada davamızdan ayrılmak? Ya da, sınayanı sınamak için yüksek dağlara tırmanmak mı?
Yoksa bu mu: bilginin meyveleri ve otlarıyla beslenmek ve hakikat uğruna gönlünü aç bırakmak?
Yoksa bu mu: hasta olmak ve teselliye gelenleri evlerine gönderip, ne istediğini asla duymayan sağırları dost edinmek?
Yoksa bu mu: hakikat sudur diye, kirli sulara girmek ve soğuk su kurbağalarını ve sıcak kara kurbağalarını hakir görmemek?
Yoksa bu mu: bizi aşağılayanları sevmek ve hortlağa, tam da bizi korkutacağı sırada elini uzatmak?
Tüm bu en ağır şeyleri alır sırtına, dayanıklı tin: tıpkı çölde koşturan yüklü bir deve gibi, koşturur kendi çölünde.
Ne ki, en ıssız çölde gerçekleşir ikinci dönüşüm: aslan kesilir burada tin, özgürlüğü geçirmek ister eline ve efendi olmak ister, kendi çölünde.
Son efendisini arar burada: düşman olmak ister ona ve son tanrısına; büyük ejderhayla dövüşmek ister, zafer kazanmak için.
Hangisidir büyük ejderha, tinin artık efendi ve tanrı diye adlandırmak istemediği? “Yapmalısın,” der büyük ejderha. Oysa “İstiyorum,” der aslanın tini.
“Yapmalısın” çıkar yoluna, altın gibi ışıldayarak, pullu bir hayvandır o ve “Yapmalısın” parıldar altın gibi her pulunun üzerinde.
Bin yıllık değerler parıldar bu pullarda ve şöyle söyler tüm ejderhaların en güçlüsü: “Şeylerim tüm değeri – parıldıyor üstümde.”
“Tüm değerler zaten yaratılmıştır ve yaratılmış tüm değerler – işte bu benim. Gerçekten artık hiçbir ‘İstiyorum’ olmamalı!”  Böyle söylet ejderha.
Kardeşlerim, Tinde aslana ne gerek var? Yetmez mi, fedakâr ve saygılı, dayanıklı bir hayvan?
Yeni değerler yaratmak – aslan da yapamaz henüz bunu. Ama yeni bir yaratım için özgürlük yaratmak – buna yeter aslanın gücü.
Kendine özgürlük yaratmak, ödevini bile kutlu bir Hayır’la yanıtlamak: işte, kardeşlerim, bunun için gerek var aslana.
Yeni değerler yaratma hakkını ele geçirmek – dayanıklı ve saygılı bir tin için, en korkunç adım budur. Gerçekten, bir yağmacılıktır ve yırtıcı bir hayvanın işidir bu, onun gözünde.
En kutsal şeyi olarak, bir zamanlar, “Yap-malısın”ı seviyordu; şimdi çılgınlığı ve keyifliği de en kutsal olanda bulması gerekecektir ki, özgürlüğü yağmalayabilsin sevgisinden: bu yağma için gerek vardır aslana.
Ama söyleyin kardeşlerim, aslanın gücünün yetmediği ama çocuğun yapabileceği ne var ki? Neden yırtıcı aslanın bir de çocuk olması gerekiyor ki?
Masumiyettir çocuk ve unutuş, yeni bir başlangıç, bir oyun, kendi kendine dönen bir çarktır, bir ilk hareket, kutlu bir Evet deyiştir.
Evet, kutlu bir Evet-deyiş gerekir yaratma oyununa, kardeşlerim: şimdi kendi istemini ister ruh, kendi dünyasını kazanır, dünyayı kaybeden.
Üç dönüşümünü saydım size tinin: tinin nasıl deve olduğunu, devenin nasıl aslan ve sonunda aslanın nasıl çocuk olduğunu anlattım size.

F.Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt’ten alıntı bir hikâye.

Camia olarak Aziz Yıldırım önderliğinde büyük bir yükün altına girdik. Dünya kulübü olmak için yola çıktık. Aziz Yıldırım, Büyük Yürüyüş adını verdi bu harekete. Türkiye de bir spor kulübünün girebileceği en ağır yükün altına girdi.
Her şeyde olduğu gibi bu yükün altına girmek için bir alçalma dönemi geçirdik camia olarak. Galatasaray’ın zirvelerde dolaştığı yıllarda biz alçaldık, daha ağırını kaldırabilmek için alçaldık. Onlar Zirveden bize bakarken biz, “Güneş” olmak için yola çıktık. Zirvede bir ağaç olmak değildi amaç, Güneş olmaktı. Yıldırım’ını bekleyen bir ağaç olmak değildi amaç, Güneş olup zamanında batmasını bilip, başka medeniyetleri aydınlatabilmekti.
Öyle hırslı bir ayağa kalkış yaşadık ki, bir anda yalnız kaldık, amaç değişmeden ve hedeflerden şaşmadan ilerlemek istedik ve tam olarak bu noktada camia olarak bazı engellere takıldık.  Değerlere takıldık. Aslında bizim en büyük düşmanımızdır o değerler. Çünkü bu camiada değerler hiç bitmeyecek. Dün Lefter varken bugün Alex var, dün Şükrü Saraçoğlu varken bugün Aziz Yıldırım var.
O değerler camia olarak özgürlüğümüzü kısıtladı. Yeni değerler için özgür olmak lazım.
Aziz Yıldırım’a yetmedi fedakâr ve saygılı bir hayvan olmak! Hayvan derken yanlış anlaşılmasın. Teşbihte hata olmasın! Aziz Yıldırım’a yetmedi Deve olmak, özgürlüğünü almak için aslan gibi yırtıcı olmak lazımdı.
Yeni değerler yaratmak – aslan da yapamaz henüz bunu. Ama yeni bir yaratım için özgürlük yaratmak – buna yeter aslanın gücü.
Aziz Yıldırım yeni değerler yaratmak için yola çıktı. Özgürlüğü için çırpınıyor. Özgürlüğünü aldığı vakit yeni değerler yaratmak için çırpınacak. Özgürlüğü kısıtlı şu an!
Ancak Aziz Yıldırım’ın yapamayacağı şeylerde var!
Onun yapamayacağı şeyler de taraftar’a düşüyor. Hep Destek Tam Destek dillerde, pankartlarda değil, gönüllerde olmalı.
Şampiyon oluruz veya olmayız, taraftar olarak, sorumlu kişiler olarak hedefe giden yolda Aziz Yıldırım ile veya Aziz Yıldırımsız, amaca gitmek için uğraşmak zorundayız!

Güneş olmak için,

Saygılarımla
Abdullah Aksoğan
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...